Siyah Kuğu Filminin Lacancı Psikanaliz Açısından İncelemesi
- psk.dan.doganyildirim

- 15 Eyl
- 4 dakikada okunur
Darren Aronofsky’nin 2010 yapımı Black Swan (Siyah Kuğu) filmi, balerin Nina’nın zihinsel çözülüşünü ve “mükemmel” olmak adına kendi benliğiyle verdiği çatışmayı merkezine alır. Lacancı bir perspektiften bakıldığında, film yalnızca bir psikotik çözülmenin anlatımı değil, aynı zamanda öznenin arzuyla, ötekiyle ve kendi bedeniyle kurduğu ilişkinin parçalanmasını sergileyen yoğun bir psikanalitik anlatıdır.
Nina’nın yaşadığı dönüşüm, Lacan’ın özne, imgesel, simgesel ve gerçek alanları arasındaki geçişleriyle doğrudan ilişkilidir. Bu bağlamda film, Lacancı psikanaliz açısından çözümlenmeye oldukça elverişlidir.
Ayna Evresi ve İmgesel Kimlik
Ayna evresi, Lacan’ın psikanalitik kuramında öznenin benliğinin kuruluşuna dair en temel kavramlarından biridir. Ayna evresi, çocuğun kendi yansımasıyla ilk karşılaşmasında ortaya çıkar. Bu karşılaşmada çocuk, bedensel bütünlüğü parçalı bir varlık olmasına rağmen, aynada kendini bütün ve uyumlu bir imge olarak algılar. Bu deneyim özne için bir yanılsamadır, ancak “ben”in, yani egonun temelini oluşturur. Çocuk aynadaki bu imgeyle özdeşleşerek kendi kimliğini kurar ve bu özdeşleşme sayesinde bir bütünlük hissi geliştirir. Ne var ki bu bütünlük, gerçek bir deneyim değil, dışsal bir görüntünün içselleştirilmesidir. Ego, kendi özsel hakikatinden çok, dışarıdan gelen bir imgeye dayanır. Bu nedenle benlik her zaman kırılgan, bölünmüş ve dışarıdan onaylanmaya muhtaç bir yapıya sahiptir.
İmgesel kimlik, işte bu yanılsamalı bütünlüğün üzerine kurulur. Öznenin kendisini nasıl gördüğü, başkalarının bakışıyla sürekli olarak beslenir ve onaylanır. Anne, baba ya da bakım verenin “işte sen” diyerek çocuğun yansımasını tanıması, benliğin kuruluşunda belirleyici olur. Böylece özne, kendi varlığını başkalarının bakışında tanımaya başlar. Bu durum, kimliğin temelinde daima bir yabancılaşma barındırmasına yol açar. Çünkü özne, kendisini içeriden olduğu kadar dışarıdan gelen imgelerle tanımlar. Tamlık ve bütünlük yanılsaması her zaman eksiklik duygusuyla yan yana ilerler, çünkü öznenin kendiliği, aslında başkalarının arzularına göre şekillenir.
Siyah Kuğu filmi bu süreci çarpıcı bir şekilde sahneler. Nina’nın kimliği, annesinin bakışı ve koreografın talepleriyle biçimlenmiş kırılgan bir imgesel bütünlük üzerine kuruludur. Onun “ideal ego”su, başkalarının gözünde mükemmel ve masum bir figür olmaktır. Beyaz Kuğu’yu kusursuzca canlandırabilmesinin nedeni de budur; çünkü o rol, itaatkârlık, saflık ve korunmuşlukla özdeşleşmiştir. Ancak Siyah Kuğu’yu oynayamaz, çünkü arzu, tehlike ve sınır ihlali gibi öğeler onun imgesel kimliğinde yer bulmamıştır. Nina kendi arzusu üzerinden özneleşemez, yalnızca başkalarının arzusunun nesnesi olmayı sürdürür. Başkalarının gözünde mükemmel olma çabası, onun benliğini bir yanılsama üzerine inşa eder. Bu yanılsama kırıldığında ise gerçek devreye girer; bedeninde çatlamalar, kanamalar, kuğu tüylerinin çıkması gibi halüsinatif imgeler belirmeye başlar. Bunlar imgesel bütünlüğün dağılmasının ve kimliğin parçalanmasının işaretleridir.
Sonuçta, ayna evresi öznenin kimliğini dışsal bir imgeye bağlayarak kurarken, imgesel kimlik bu yanılsamalı bütünlüğün üzerine inşa edilir. Nina örneğinde görüldüğü gibi, bu kimlik başkalarının bakışına ve arzusuna bağımlı olduğunda özne kendi arzusunu kuramaz ve benliği kırılgan bir yansıma olmaktan öteye gidemez. Bu kırılganlık da imgesel düzlemde kurulan kimliğin, simgesel düzenle desteklenmediğinde çöküşe sürüklenmesine yol açar.
Büyük Öteki’nin Bakışı: Arzunun yerinden edilmesi / yönsüzleşmesi
Lacan’a göre Büyük Öteki (le grand Autre), öznenin içine doğduğu dilin, yasanın ve arzunun sembolik düzenini temsil eder. Özne, kendisini yalnızca aynadaki imgeyle değil, aynı zamanda Öteki’nin bakışı ve dili içinde kurar. Bu nedenle öznenin arzusu hiçbir zaman “kendi saf arzusu” değildir; her zaman Öteki’nin arzusuyla ilişki içindedir.
Nina örneğinde annesi ve koreograf Thomas, Büyük Öteki’nin temsilcileri konumundadır. Onların bakışı, Nina’nın hem bedenini hem de özdeşleşmelerini belirler. Thomas, Nina’dan sadece teknik olarak rolü oynamasını değil, kendi arzusu ile temas kurmasını ister. Ancak Nina’nın arzusu uzun süre bastırılmış, denetim altında tutulmuş ve hatta tehlikeli bir şey olarak kurgulanmıştır. Bu yüzden arzuyu sahiplenmek, onun için benliğinin sınırlarını parçalamakla eşdeğerdir.
Lacancı terimlerle ifade edersek, Nina’nın arzusu Öteki’nin arzusu tarafından şekillendirilir. Nina, “ne istiyorum?” diye sormaz; onun sorusu “Öteki benden ne istiyor?” dur. Böylece özne, kendi arzusu ile Öteki’nin arzusu arasında bölünür. Bu bölünme derinleştiğinde arzu “yersizleşir” – yani sabit bir hedefi kalmaz, sürekli kayar. Arzu öznenin içinden değil, Öteki’nin bakışından belirlenir.
Gerçek Alanın Saldırısı: Psikozun Başlangıcı
Lacan’a göre psikozun nedeni, simgesel düzende bir eksikliktir. Öznenin babasal yasa ile (Lacan’ın “Babanın Adı – Nom-du-Père” ) yeterli düzeyde özdeşleşememesi, simgesel düzenin yapısında bir boşluk bırakır. Bu boşluk, “forclusion” (dışlama/yadsıma) ile açıklanır: Simgesel düzene dahil edilemeyen bir unsur, dışarıda bırakılır. Fakat bu dışarıda bırakılan öğe, daha sonra Gerçek’in saldırısı şeklinde geri döner.
Lacan’ın üç düzleminden biri olan gerçek (le réel), sembolik ve imgesel düzene dahil edilemeyen, temsil edilemeyen ve simgeselleştirilemeyen alandır. Gerçek, öznenin yapısına dâhil edilemediğinde psikotik bir kopma yaşanır.
Psikotik öznenin deneyiminde bu, halüsinasyonlar, bedensel parçalanma hisleri, yoğun paranoyalar veya gerçekliğin tuhaf biçimlerde bozulmasıyla ortaya çıkar.
Nina’nın deneyimi tam olarak böyle okunabilir. O, imgesel düzeyde annesinin bakışı ve koreografın talepleriyle tanımlanmış, simgesel düzende ise kendi yerini bulamamıştır. Özneleşmesi, “Büyük Öteki” nin yasası tarafından güvenceye alınmamış gibidir. Bu eksiklik nedeniyle simgesel yapı çöker ve Gerçek alandan semptomlar saldırıya geçer.
Nina’nın gördüğü halüsinasyonlar (cildinin çatlaması, kuğu tüylerinin çıkması) gerçek alanın semptomatik şekilde sahneye girişidir.
Bu noktada Nina’nın içsel çözülüşü, Lacan’ın tanımladığı psikotik yapıya işaret eder: Simgesel düzende bir boşluk vardır ve bu boşluk, gerçek tarafından işgal edilir. Nina’nın özne konumu, bu çatlağı kapatamaz ve sonuç: gerçeğin geri dönüşü olur.
Örneğin Lily ile ilgili halüsinasyonlar, bastırılan cinselliğin gerçek formda geri dönüşüdür. Lily’nin aslında onun bir parçası, yani arzusunun “karanlık yüzü” olduğu film boyunca ima edilir. Siyah Kuğu, Nina’nın kendinde bastırdığı her şeyin dışavurumudur.
Jouissance (Haz-Acı) ve Ölüm Arzusu
Lacan’a göre özne, haz ilkesini aşan bir şeye yöneldiğinde jouissance alanına girer: Bu hem haz hem acı içerir, doyum verici olduğu kadar yıkıcıdır. Nina’nın Siyah Kuğu performansında yaşadığı haz, kendi varlığının sonunu getiren bir jouissance anıdır.
Son sahnede, “I was perfect” (“Mükemmeldim”) diyerek ölümü arzunun doruk noktasıyla özdeşleştirir. Bu, Lacan’ın tanımladığı ölüm arzusunun (pulsion de mort) bir formudur. Mükemmelliğe ulaştığı anda yok olmayı tercih eder; çünkü artık arzunun işleyebileceği bir boşluk kalmamıştır. Arzunun sonu, öznenin de sonudur.
Arzunun Öldürdüğü Bir Özne
Lacancı psikanaliz açısından Siyah Kuğu, arzunun özneyi nasıl yapılandırdığı, nasıl bölünmüş ve parçalanmış bir benlik ürettiği ve simgesel düzenin çökmesiyle gerçeğin nasıl saldırıya geçtiğini gösteren çarpıcı bir sinema örneğidir. Nina hem arzusunun hem Öteki'nin bakışının hem de ideal benliğin altında ezilir. Onun için özne olmak, bir sahne performansı değil; yavaş bir parçalanma ve sonunda jouissance uğruna ölümle birleşme halidir.
Kaynakça
Lacan, J. (2006). Écrits: A Selection. Norton.
Fink, B. (1997). The Lacanian Subject: Between Language and Jouissance. Princeton University Press.
McGowan, T. (2003). Looking for the Gaze: Lacanian Film Theory and Black Swan.
Žižek, S. (1991). Looking Awry: An Introduction to Jacques Lacan through Popular Culture. MIT Press.




Yorumlar